İlginç bir tanışmaydı bizimkisi. Sanal ortamda tanışıp (İlk defa yaşıyorum tabii, heyecan da var) iş arkadaşlığına giden bir yolculuktu. Ortak noktalarımızın kesişmesinden başlayan bu hikâye saygı ve sevginin bir dönencesidir aslında…
Sıcak bir günde oldu Şahin Bey ile tanışmam. Odasındaki klimadan mıdır, yoksa sevimli gülümsemesinden midir bilmem sıcak günün ilk saatlerini arkamda bırakmıştım. İçimi bir serinlik, ferahlık kaplamıştı.
Güzel bir konuşmaydı, gerçi bir iş görüşmesiydi, ama sanki eski bir dostla ya da şeyhini ziyarete gelen bir kul gibi mutlu olmuştum. Anılarını, hayatını, yaptığı muziplikleri anlatırken yaramaz bir çocuk gibi gözlerinin içi parlıyordu. Gülüşü, hayata bakışı farklıydı. Hatta biraz da isyankârdı. Ona göre ters olan her şeye karşı savaşa hazır bir hali vardı. Görünmez kılıcı, efelenmesini sağlayan gizli bir kuşağı vardı belinde, evet evet savaşa hazır bir şövalyeydi karşımdaki adam.
İleride savaşacağımıza emindim aslında, ama bizimkisi olsa olsa söz düellosu olurdu, bunun da farkındaydım. Yanılmadım, birçok kez karşı karşıya geldik. Güzel takışmalardı bunlar, hani boğalar kızacağını belli etmek için hafif hafif tos atarlar ya birbirlerine, işte tam öyleydi bizim halimiz. Tos atardık birbirimize, sonra çıkar yemeğe muhabbet ederdik. Bitmek tükenmek bilmeyen anılarını dinlerken kendi kendime düşünürdüm; ‘Ben de bu kadar yol ilerleyebilecek miyim bu hayatta, hiç sanmam. Onun kadar sağlıklı beslenmiyorum ki…’
Yediğine, içtiğine dikkat eder o. Muhakkak salatası olur, zeytinyağlısı olur, geceleri de balığı… Bense ağzıma balık sürmem!
Bir keresinde büyük harflerle bir ileti yollamıştım da ‘Ben yaşlı mıyım büyük harfle yazıyorsun?’ demişti. İşte huysuz adamın teki, ne yaparsın. İdare edeceksin der, işime bakardım. Sonra yanıma gelir muzırca bir şeyler anlatır, kıs kıs gülerek giderdi. İşte o anda unutursunuz ona kızdığınızı! Yapar bunu, tabii bilerek de yapıyor olabilir diye düşünürsünüz. Yok, canım Şahin Bey yapmaz böyle planlar diyip geçersiniz. Devamlı itiraza hazır haliyle dinler sizi, hiç ummadık anda da kabullenir hatasını, tıpkı çocuk gibi işte…
Sonradan yollarımız ayrıldı. Bizi aslında hastane ayırdı, annem rahatsızlandı, ben anneme mi, işe mi koşturayım derken kaynayıp gitti her şey. Ama ne ilginç tesadüftür ki bizi yine hastane kavuşturdu. Keşke böyle olmasaydı diyorum içimden tabii, sonra onun şövalye olduğunu hatırlayıp rahatlıyorum. Nasıl olsa kılıcı da, efelenmek için beline sardığı kuşağı da görünmez. Kimse çıkartamaz üzerinden, böylece o her koşulda savaşabilir. Belki de kendimi tatmin ediyorum bu cümleleri kurarken, ama eminim o yine şen kahkahalarını, rakı – balık – muhabbet üçlemelerine devam edecektir. Ben de onun bu şehirde herhangi bir yerde olduğunu düşünerek huzur bulacağım.
Yani şimdi ben bunları niye yazıyorum diye soruyorum kendime, yeni ameliyat oldu kendisi. 1 haftaya kalmaz çıkar o nemrut hastaneden. Ola ki karşılaşırsınız bir yerlerde benden selam söyleyin. Tuğçe size ‘huysuz ve tatlı adam’ dedi diyin. Şöyle bir gülsün, içiniz açılır diye yazıyorum. Gerçi yeni kalp ameliyatı oldu ama o yufka yüreğini hala gururla taşıdığına eminim. Kızmaz o bana…
Tuğçe Özel
Reklâm Yazarı
Çarşamba, Şubat 21, 2007
İçimdeki Bahar…
Mevsimsiz açan bahar çiçekleri gibi fırçam,
Sarı, pembe isimsiz bir kadın gibi…
Kaç kişi bilir benliğimin yansımasını
Kaç kişi görür içimdeki çocuğu,
Bahar tarlasında koşan bu renkli ruhu…
Tuğçe Özel
Sevgili Zuhal İnsel'in 14 Şubat - 3 Mart tarihleri arasında Nişantaşı Galeri Kent'teki sergisine herkesi bekliyoruz.
Sarı, pembe isimsiz bir kadın gibi…
Kaç kişi bilir benliğimin yansımasını
Kaç kişi görür içimdeki çocuğu,
Bahar tarlasında koşan bu renkli ruhu…
Tuğçe Özel
Sevgili Zuhal İnsel'in 14 Şubat - 3 Mart tarihleri arasında Nişantaşı Galeri Kent'teki sergisine herkesi bekliyoruz.
Cuma, Şubat 09, 2007
Kezban İşine Dön Kampanyası
Sevgili Kezban abla,
Bugün ofise girdiğimizde etrafta bir sessizlik hakimdi. Evet dedim içimden, bugün Cuma ve Kezban abla yine yok... Ne elektrik süpürgesinin sesi ne de odamıza kadar ulaşan o güzelim yemeklerin kokusu, hiçbir şey yoktu. Sen yoktun. İçimizi kaplayan hüzünü sana kelimelerle anlatamayız belki ama, bu resimler sana olan özlemimizi umarım anlatır.
Çarşamba, Şubat 07, 2007
Dünyanın sonu (mu)?
- Popüler bir kimlik: Çevreci olmak/Çevrecilik
Küresel ısınma 21. yüzyılda insanlığın karşısında duran en büyük tehlike. Bugünlerde bir araştırma yapılsa ve ‘En önemli sorun ne’ diye sorulsa açık ara farkla küresel ısınma ve çevre felaketleri ilk sırada yer alacaktır. Uzmanların görüş alanından çıkıp gündelik hayatın vazgeçilmezleri arasına giren küresel ısınma; yeni bir kimlik yaratarak sorunun popüler tarafını da hızla gündeme taşıyor. Böylece teoriden sıyrılıp günlük hayatı baştan sona etkileyen böylesi bir soruna kayıtsız kalmak imkânsızlaşıyor. Yaşam, tüm bu değişimlerden payına düşeni aldıkça; işsizlik, yoksulluk gibi sorunları aşarak kıyısından köşesinden çekiyor bizleri ısınan kürenin tam merkezine.
Yapılan araştırmalar ve hazırlanan bütün raporlar bizi ne gibi tehlikelerin beklediğini ilk haber verdiğinde ‘dünya hali bu gelip geçici’ diyerek tüm sorunlara yüz çevirmiştik zamanında. Hatta soruna ilişkin hazırlanan Kyoto Antlaşması’na bile pek yüz vermemiştik. Ta ki gündelik yaşam bundan etkilenip, sorun tüm hayatımızı etkisi altına alana kadar. Derken kış ortasında güneşli havaların sıcak kıvamında kederlenmeye başladık. Bir anda mevsimler birbirine karıştı, değişti ve beklenen kış bir türlü gelmez oldu. Tüm bu değişimler geleceğe ilişkin önemli sorunlara dikkat çekerken; hormonlu baharlarda teselli arar olduk. Böylece geç de olsa kara kara düşünmeye başladık. Belki de şairin dediği dediği gibi: bizi bu güzel havalar (mı) mahvedecekti.
BM Raporu
Zaman ve mekan kavramı değiştikçe ve sınırlar iç içe geçtikçe yaşanan tüm sorunlar yerelliği aşarak evrensel boyut kazanıyordu. Kyoto Antlaşması’na karşı çıkan ülkeler sadece kendi ülkelerini tehdit altında bırakmamış; tüm insanlık bu gecikmenin bedelini ödemek için gün saymaya başlamıştı bile. BM tarafından hazırlanan ve 133 ülkeden 2 bin 400 uzmanın açıkladığı ‘Küresel Isınma Raporu’ böyle bir ortamda tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. ABD, Çin, Hindistan ve Avustralya gibi ülkeler raporu görmezden gelirken; suların yükselmesi ile sular altında kalacak olan Maldiv Adaları ve Endonezya gibi ülkeler de korkularını yüksek sesle dile getirdiler. Türkiye, yılda 294 milyon ton karbondioksitle atmosferdeki tehlikeyi tetikleyen ilk 20 ülke arasında yer almasına rağmen çevreyi korumak adına sanayileşme hızını yavaşlatamayacağını açıkladı.
Bazıları görmezden gelip bildiğini okumaya devam etse de rapor, geleceğe ilişkin yaşanacak korkunç felaketleri tüm çıplağı ile gözler önüne serdi. Raporda verilen en önemli mesaj ise şuydu: “Atmosferi bugünkü gibi kirletmeye devam edersek sıcaklık bu yüzyılın sonunda iyimser tahminle 2.4, kötümser senaryo ile 6.4 derece yükselecek. Harekete geçmezsek 2100 yılında insan nesli hayatını devam ettiremeyebilir.” Ayrıca sera gazlarının etkisinin azaltılması için hiçbir girişimde bulunulmazsa her geçen yıl bir diğerinden sıcak olacağının açıklandığı raporda, 2007 yılının sıcaklık ortalamasının da şimdiye kadar kayıtlara geçen sıcaklıklardan daha yüksek olacağını açıklandı. Tüm bu sorunları analiz etmek mümkün olsa da çözüm bulmak giderek zorlaşıyor.
Geleceğe ilişkin senaryolar
BM tarafından hazırlanan 21 sayfalık Küresel Isınma Raporu geleceğe ilişkin yaptığı tahminlerde şimdiden harekete geçilmezse dünyayı ne gibi tehlikelerin beklediğini en açık şekilde dile getiriyor. Çevrecilere göre ‘dünya için alarm sireni’ olan bu rapor geleceğe ilişkin ortaya koyduğu korkunç senaryolar ile durumu daha net özetliyor:
2.4 Derece: Su sıkıntısı başlayacak
Kuzey Amerika’da kum fırtınaları tarımcılığı yok edecek. Deniz seviyeleri topluca yükselecek. Peru’da 10 milyon kişi su sıkıntısı çekecek. Mercan kayalıkları yok olacak. Gezegendeki canlı türlerinin yüzde 30’u yok olma tehlikesi yaşayacak.
5.4 Derece: Denizler 5 m. Yükselecek
Deniz yüksekliği ortalama 70 metre olacak. Dünyanın yiyecek stokları tükenecek.
6.4 Derece: Göçler başlayacak
Yüz milyonlarca insan uygun iklim koşullarında yaşamak umuduyla göç yollarına düşecek.
Ne yapabiliriz?
Herkesin yapabileceği basit ve en temel şey: Çevremizdekilere durumun ciddiyetini anlatmak, politikacılara karşı konunun önemini göz ardı etmeyi engelleyecek kadar güçlü bir toplumsal irade oluşturmak. 21. yüzyılın en büyük sorunu olmaya devam edecek küresel ısınma ve enerji sorunları için, global bir seferberlikle bugün harekete geçmek ve geleceğe ilişkin gerçekçi çözümler yaratmak hayati önem taşıyor. Ya kafamızı devekuşu gibi kuma gömüp korkunç senaryo ile yüzleşeceğiz ya da şimdiden önlem alıp doğaya karşı daha hassas ve saygılı olmayı öğreneceğiz. Al Gore’un desteklediği ve ülkemizde de ‘Uygunsuz Gerçek’ olarak 2 Şubat’da vizyona giren filmde de vurgulandığı gibi: Yaşanacak felaket için hepimiz bir şeyler yapabiliriz…
Not: ‘En İyi Belgesel Film’ ve ‘En İyi Orijinal Şarkı’ dallarında Oscar’a aday gösterilen Uygunsuz Gerçek filmi, Cinebonus sinemalarında özel olarak belirlenen fiyatla 5 YTL’ye izlenebilir. Soruna ilişkin daha fazla detay görmek için bu filmi mutlaka izleyin.
İsmail POLAT tarafından hazırlanmıştır.
Küresel ısınma 21. yüzyılda insanlığın karşısında duran en büyük tehlike. Bugünlerde bir araştırma yapılsa ve ‘En önemli sorun ne’ diye sorulsa açık ara farkla küresel ısınma ve çevre felaketleri ilk sırada yer alacaktır. Uzmanların görüş alanından çıkıp gündelik hayatın vazgeçilmezleri arasına giren küresel ısınma; yeni bir kimlik yaratarak sorunun popüler tarafını da hızla gündeme taşıyor. Böylece teoriden sıyrılıp günlük hayatı baştan sona etkileyen böylesi bir soruna kayıtsız kalmak imkânsızlaşıyor. Yaşam, tüm bu değişimlerden payına düşeni aldıkça; işsizlik, yoksulluk gibi sorunları aşarak kıyısından köşesinden çekiyor bizleri ısınan kürenin tam merkezine.
Yapılan araştırmalar ve hazırlanan bütün raporlar bizi ne gibi tehlikelerin beklediğini ilk haber verdiğinde ‘dünya hali bu gelip geçici’ diyerek tüm sorunlara yüz çevirmiştik zamanında. Hatta soruna ilişkin hazırlanan Kyoto Antlaşması’na bile pek yüz vermemiştik. Ta ki gündelik yaşam bundan etkilenip, sorun tüm hayatımızı etkisi altına alana kadar. Derken kış ortasında güneşli havaların sıcak kıvamında kederlenmeye başladık. Bir anda mevsimler birbirine karıştı, değişti ve beklenen kış bir türlü gelmez oldu. Tüm bu değişimler geleceğe ilişkin önemli sorunlara dikkat çekerken; hormonlu baharlarda teselli arar olduk. Böylece geç de olsa kara kara düşünmeye başladık. Belki de şairin dediği dediği gibi: bizi bu güzel havalar (mı) mahvedecekti.
BM Raporu
Zaman ve mekan kavramı değiştikçe ve sınırlar iç içe geçtikçe yaşanan tüm sorunlar yerelliği aşarak evrensel boyut kazanıyordu. Kyoto Antlaşması’na karşı çıkan ülkeler sadece kendi ülkelerini tehdit altında bırakmamış; tüm insanlık bu gecikmenin bedelini ödemek için gün saymaya başlamıştı bile. BM tarafından hazırlanan ve 133 ülkeden 2 bin 400 uzmanın açıkladığı ‘Küresel Isınma Raporu’ böyle bir ortamda tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. ABD, Çin, Hindistan ve Avustralya gibi ülkeler raporu görmezden gelirken; suların yükselmesi ile sular altında kalacak olan Maldiv Adaları ve Endonezya gibi ülkeler de korkularını yüksek sesle dile getirdiler. Türkiye, yılda 294 milyon ton karbondioksitle atmosferdeki tehlikeyi tetikleyen ilk 20 ülke arasında yer almasına rağmen çevreyi korumak adına sanayileşme hızını yavaşlatamayacağını açıkladı.
Bazıları görmezden gelip bildiğini okumaya devam etse de rapor, geleceğe ilişkin yaşanacak korkunç felaketleri tüm çıplağı ile gözler önüne serdi. Raporda verilen en önemli mesaj ise şuydu: “Atmosferi bugünkü gibi kirletmeye devam edersek sıcaklık bu yüzyılın sonunda iyimser tahminle 2.4, kötümser senaryo ile 6.4 derece yükselecek. Harekete geçmezsek 2100 yılında insan nesli hayatını devam ettiremeyebilir.” Ayrıca sera gazlarının etkisinin azaltılması için hiçbir girişimde bulunulmazsa her geçen yıl bir diğerinden sıcak olacağının açıklandığı raporda, 2007 yılının sıcaklık ortalamasının da şimdiye kadar kayıtlara geçen sıcaklıklardan daha yüksek olacağını açıklandı. Tüm bu sorunları analiz etmek mümkün olsa da çözüm bulmak giderek zorlaşıyor.
Geleceğe ilişkin senaryolar
BM tarafından hazırlanan 21 sayfalık Küresel Isınma Raporu geleceğe ilişkin yaptığı tahminlerde şimdiden harekete geçilmezse dünyayı ne gibi tehlikelerin beklediğini en açık şekilde dile getiriyor. Çevrecilere göre ‘dünya için alarm sireni’ olan bu rapor geleceğe ilişkin ortaya koyduğu korkunç senaryolar ile durumu daha net özetliyor:
2.4 Derece: Su sıkıntısı başlayacak
Kuzey Amerika’da kum fırtınaları tarımcılığı yok edecek. Deniz seviyeleri topluca yükselecek. Peru’da 10 milyon kişi su sıkıntısı çekecek. Mercan kayalıkları yok olacak. Gezegendeki canlı türlerinin yüzde 30’u yok olma tehlikesi yaşayacak.
5.4 Derece: Denizler 5 m. Yükselecek
Deniz yüksekliği ortalama 70 metre olacak. Dünyanın yiyecek stokları tükenecek.
6.4 Derece: Göçler başlayacak
Yüz milyonlarca insan uygun iklim koşullarında yaşamak umuduyla göç yollarına düşecek.
Ne yapabiliriz?
Herkesin yapabileceği basit ve en temel şey: Çevremizdekilere durumun ciddiyetini anlatmak, politikacılara karşı konunun önemini göz ardı etmeyi engelleyecek kadar güçlü bir toplumsal irade oluşturmak. 21. yüzyılın en büyük sorunu olmaya devam edecek küresel ısınma ve enerji sorunları için, global bir seferberlikle bugün harekete geçmek ve geleceğe ilişkin gerçekçi çözümler yaratmak hayati önem taşıyor. Ya kafamızı devekuşu gibi kuma gömüp korkunç senaryo ile yüzleşeceğiz ya da şimdiden önlem alıp doğaya karşı daha hassas ve saygılı olmayı öğreneceğiz. Al Gore’un desteklediği ve ülkemizde de ‘Uygunsuz Gerçek’ olarak 2 Şubat’da vizyona giren filmde de vurgulandığı gibi: Yaşanacak felaket için hepimiz bir şeyler yapabiliriz…
Not: ‘En İyi Belgesel Film’ ve ‘En İyi Orijinal Şarkı’ dallarında Oscar’a aday gösterilen Uygunsuz Gerçek filmi, Cinebonus sinemalarında özel olarak belirlenen fiyatla 5 YTL’ye izlenebilir. Soruna ilişkin daha fazla detay görmek için bu filmi mutlaka izleyin.
İsmail POLAT tarafından hazırlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)