Bizim ailenin bayram ziyaretleri meşhurdur. Kapı hiçbir zaman kapanmaz; kahkahalarla, fıkralarla geçer her bayram… Mutfağımız da ünlüdür ayıptır söylemesi. Ne ararsanız bulabilirsiniz. İşte yine böyle bir bayram günü daha başlamıştı. Bizim gittiğimiz akrabalar, bize gelenler falan derken saat ilerlemiş, kahveler içilmiş, muhabbetler koyulaşmaya başlamıştı. Şimdi burada adını vermeyeceğim bir misafirimiz daha aramıza katıldı. Laf lafı açtı herkes muhabbetin keyfinde. Ben de arada kalktım, konuğumuzun kahvesini yaptım, su ve lokum ile birlikte servis ettim.
Hemen ardından da mutfağa girdim ve ikram etmeyi düşündüğüm şeyleri hazırlamaya başladım. Bizim ailenin belli kuralları vardır; gelen misafir sadece bir kahveyle, şekerle ya da meyve suyuyla ağırlanmaz. Gelen kişiyi sevmesek bile (olabilir, neden olmasın), kapımızı çalmıştır. Hem misafiri layığıyla ağırlamak ailenin görgüsünü de gösterir. Buyur etmesini biliriz. Neyse yeni misafirimiz başladı konuşmaya; vay efendim onun kızı çok becerikliymiş de, bütün gün mutfaktan çıkmazmış da, elinden her iş gelirmiş de, mutfaktan dinliyorum.
Konuyu döndü dolaştırdı bana getirdi. Efendim, ben misafire hizmet etmekte biraz eksikmişim. O sırada, dün kalem gibi sardığım dolmaları tabağa yerleştirmekle meşgul olduğumu burada belirtmek isterim. İşte geçen seneye göre yavaşmışım. O sırada, dün gece ellerimle açtığım kıymalı böreği kesmekle uğraştığımı ısrarla burada belirtmek isterim. Oysa onun kızı “Speedy Gonzales” gibiymiş.
Çok güzel kahve yapıyormuşum ama geç getiriyormuşum (Neden diye sorar insan değil mi? Bakır cezvede ağır ağır pişer kahve!). O sırada sabah hazırladığım diğer yiyecekleri de tabağa koyup salona girdim. Kahve yaparken arada çay demlemiştim, çay servisini de yaptım ve dedim ki;
“Valla isterseniz elektrik faturasını, su faturasını, cep telefonu faturamı, ev telefonunu, Digiturk faturasını, anneannemin doktor ve ilaç parasını, kirayı, mutfak giderlerini, aidatı, köpeklerin aşı ve kuaför paralarını, eve gelen temizlikçinin parasını ve benim kozmetik, gezme-tozma, kuaför, giyim, ayakkabı masraflarımı siz karşılayın benim yerime… Ben size günde 88 tane kahve pişirir önünüze koyarım ama yorgunum 7/24 çalışıyorum” dedim ve arka odaya geçtim, kitabımı açıp okumaya başladım.
Tam o sırada kulağımın köşesinde şöyle bir ses fade in- fade out oldu; “Vijuuuuvvv”
Evet, dört bin yüz yetmiş dördüncü Terlik Muhaberesi başlamıştı. Bir an aklıma Tom’un annesi geldi. Kendimi Tom'un yerine koydum. Kedinin görevi evdeki fareyi yakalamak değil midir? Neden Tom hep suçlu, Jerry de mutlu fare oluyordu ki?!
Annem ikinci hakkını da kullanıp başarılı olamadıktan sonra salona kızı Speedy Gonzales olan Jerry’nin yanına gitti. Kendimi çok yalnız hissettim ama görevimi yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyordum. Bayramın birinci günü böyle geçti işte…