Salı, Ağustos 22, 2006

Yüksek Duvarlarım Var!

Yüksek duvarlar ördüm etrafıma...
Alın terim yatar taşların arasında,
tek tek dizdim ellerimle…
Ben döktüm aşımı ortaya,
yüksek duvarların tam ortasına!

Hayır hayır çıkamazsın!
Sen içindeyken ördüm duvarları,
kapı açmadım ki...

Dört duvar etrafımız, yıkamazsın.
Kimse görmesin, kimse giremesin.
Kimse bilmesin!

Dedim ben sana!

Oysa sen şimdi çıkmak istiyorsun,
mahremiyetimi yıkıp…
Hayır hayır izin veremem
Bu duvarlar benim!
Alın terim yatar taşların arasında,
Dört duvar etrafımız ve sen bu duvarların içinde doğdun,
yaşayamazsın dışarıda, yaşatmam!
Burada da öleceksin benimle,
dört duvar arasında…

Kısa Sürmüş Bir Gecenin Akşamı/ Bilge Karasu için...

I
İncir sütü akşamlarından çıktın da geldin
bir nedamet getirir gibi Türkçe'ye
hiç bilmedim seni
bir yerde mi aramalıydım
sözden başka
 
Nar yarığı gibi bir dil ki
sonsuz ışıltısında zamanın biliyorum
ölümüne kadar elindeydi silahın
bir mavi mürekkep o denli korkutur mu bir çağı
ben ürktüm okudukça seni
ve içinde gördüğüm insanı
 
 
II
Duramam buralarda yağmur yağmıyor artık
kimse sahtesinden gayrısını yazmıyor
aşkın bizzat kendisi
ya da insan olmak hakkında
ve kimse senin gibi ezber etmiyor bir gazeli
sessiz ve usulca
 
 
III
Gör kalbim neleri gömdü senin kitaplarından sonra
bir kütüphane ne işe yarar
sorsam örneğin bizim bakkala
ya da bir gece koynunda
uyandığım herhangi bir adama
deli gözleriyle
ay ışığı anlatır mı ona da
seninle aramda olan ne varsa
 
 
IV
iki insan arasında sahici ilişki
nasıl kurulur bir dize ile
söylesene ha!
 
 
V
Sınırsız sözlerinizle varsam
acının kanıyla sulanmış
bir toprağa
Cezayir'de, Irak'ta
ya da ülkemin herhangi bir insanına
şuncacık bir çocuğa sorsam
annesine sorsam, babasına
okudunuz mu bir dize olsun
Nar ile İncir'e Gazel'den
kimsenin kimseyi incitmediği bir dünya var
zeytinin, üzümün
ve Nar'ın toprağında
Bir kediyi sevmenin erinciyle
yaşayabilir insan
elini hiç bir canlının kanına bulamadan
 
 
VI
Öfke için ikimizin de dar omuzları
kaldı ki yanıt veremeyecek yerdesin
Turgut'a sormalıydım o da gitti
nerdesin, nerdesiniz
 
Bir yağmur damlası düşse avucuma ve bilsem ki sizsiniz...
Nasıl yaşardım onu vermemek için toprağa bilseniz!

Yelda Karataş

13 Ağustos 2006

Çarşamba, Ağustos 16, 2006

Yeni Mecralar Yaratmak!

Sabah evden çıkıyorsunuz ve yürümeye başlıyorsunuz. Sağınız solunuz marka! Dikkat! Sobelendiniz. Otobüse biniyorsunuz, üzerinde bilmem ne sakızı! Radyoyu açıyorsunuz, bilmem ne kredi kartı! Gazeteyi açıyorsunuz bilmem ne evleri!

Her gün binlerce hatta yüz binlerce mesaja maruz kalıyoruz. Kimisi ilgi alanımıza girdiği için, kimisi bizi güldürdüğü için, kimisi de ihtiyacımızı karşıladığı için aklımızda kalıyor. Geri kalanlar, gecenin içinden geçen kocaman bir gemi gibi ellerimizden kayıp gidiyor. Başarısız oldukları için mi, yoksa yanlış mecra seçiminden mi kaynaklanıyor sizce? Başarısız reklam var mıdır sorusu aklımıza geliyor hemen...

Evet diye haykırıyorum! Duydunuz mu?

Peki ya "doğru mecra" seçimi...

Sobelenmekten bıkan bir toplum oluşturduğumuz kesin. Ama bu oyunun çok uzun yıllar daha süreceği kesin... Ve nedense ben sobelemekten, sobelenmekten çok mutluyum. İşim gereği, yeni çıkan her şeyi incelemek, okumak ve araştırmak benim asli görevlerimden birisi. Yani normal bir insandan ortalama 5 kat daha fazla sobeleniyorum. Çünkü buna izin veriyorum. Hafta sonları büyük alışveriş marketlerine girip, gözüme kestirdiğim bir aileyi ya da ev kadınını (Genç ve yakışıklılar da olabilir) takip ediyorum. Eller üst raflara mı kayıyor, marka önceliği neye göre belirleniyor?

Yeni dizayn edilmiş içki reyonları ve yanlarında bulabileceğiniz mezeler, kuruyemişler, şarap reyonunun yanına kurulmuş her çeşit peynirin bulunduğu reyon alımı daha da artırıyor. Bazen fiyat, bazen ambalaj, bazen de promosyonlara öncelik tanınıyor. Ama market içindeki yeni mecralar inanın ilgiden maruz kalmıyorlar. Bunlar kesin sonuçlar…

Peki ya alternatif mecralar?

Reklam Yazıları'nda okuduktan sonra (Efe Rakı'nın Carrefour'a dava açması) aklıma gerçekten hoşuma giden bir fikir geldi. Hafta sonları marketlerde rastladığımız tanıtım stantlarını biliyorsunuz. Genelde gıda ya da içecek üzerine kurulan bu stantlarda yersiniz, içersiniz. Ürünü beğenirseniz de satın almaya yönelirsiniz. Buraya kadar güzel...

Peki elinizde market sepetiyle reyonlarda geziyorsunuz, köşeyi döndünüz. Karşınıza bir masada oturmuş iki adam görseniz! Önlerinde mezeler, açmışlar bir büyük demleniyorlar! Ufak bir radyo masanın bir köşesinde kendi kendine mırıldanıyor "Öyle sarhoş olsamki...." (Rahmetli Tanju Okan'ın ailemizde ayrı bir yeri vardır. Hiçbir zaman unutmadık, umarım o da bizi ve teyzemi unutmamıştır.) Kadehleri tokuşturarak derin muhabbetlerde görseniz bu iki adamı, ne yaparsınız?

Daha önce Diagio için, alkol tüketiminde "Bilinçli tüketin" mesajını vermeye çalışmıştık. Önümüze gelen içki ile ilgili yasakları, yapılmaması gereken kusurlu hareketleri ezberlemiştik. Tekrar notlarıma dönüp bakacağım acaba böyle bir uygulama gerçekleşebilir mi? Yoksa yasaklara takılır mı?

Bu uygulamada da "Bilinçli Tüketin" mesajını verebiliriz aslında... Neyse şimdi bu konuya girmeyelim.

"Dikkat çekici manevralarla istenilen hedef kitleye ulaşılabilir ve bunun zor olduğunu kesinlikle düşünmüyorum" diyorum!

Biraz önce de yeni mecralar hakkında düşünüyordum. Aklıma Messenger geldi. Bu Messenger konusunda çok uzman olmadığımı belirtmek isterim, evet çok büyük kolaylıklar sağladığı kesin ama nedense hala ısınmış değilim. Hatta teknolojinin ilerlemesiyle, kişisel gelişimin geri kaldığını düşünüyorum. Fakat teknolojiyi de bir şekilde kullanmak zorundayım ve bilinçli kullanarak kendimi gerilemeye karşı engelliyorum. Belki daha az kullandığım için dışarıdan bir bakış açısı yakalayabilirim.
Aklıma gelen fikir çok basit, yalın, kullanılabilir…

Bu Messenger'da herkesin kendine taktığı bir rumuz var ya... İşte size yeni bir mecra daha! Markalar bu alanları kiralasalar ve Messenger sahibinin ve arkadaşlarının hedef kitlesine ulaşsalar fena olmaz mı? Bence harika olur. Kullanan kişinin karakterine, ilgi alanına giren markanın reklamı olmaz mı? Bal gibi olur... Çok cüzi rakamlarla markalar amacına ulaşabilir.

Sobelenmekten bıkmayacağım herhalde ama bu uygulamanın işe yarayacağını düşünüyorum. Yeni mecralar düşünmeye devam edeceğim, bakalım daha neler çıkacak...


Tuğçe Özel
Reklam Yazarı

Pazartesi, Ağustos 14, 2006

Aşık olmak istiyorum!

Aşık olmak istiyorum… Deli gibi sağa sola koşturup duvarlara haykırmak istiyorum!
Aşığım! Aşığım!

Kalbim yerinden fırlasın heyecandan… Ellerim tutmasın, dilim konuşmasın, bakışlarımdan anlasın herkes, içimde onu görsün. Tenim "o" koksun!

"Öğleden sonra aşk" tadında olsun… "Tiffany’de kahvaltı"yla başlasın gün. Ay ışığında sürsün. Roma Tatili’nde geçsin hikayem… Her şey eskisi gibi, aynısı, dün gibi bugün olsun!

Yeter ki aşk olsun…

Salı, Ağustos 08, 2006

head&shoulders'ı kafaya diksek bütün sorunlarımızdan kurtulabilir miyiz?

Bloğumu ziyaret eden birçok kişi genelde şiirlerimle karşılaşıyor. Ve "Sen reklamcısın, reklam yazarısın. Neden sektörünle ilgili fikirlerini yazmıyorsun bloğa?" diyorlar. Aslında bir bakıma haklılar çünkü reklam eleştiren çok reklamcı var... Kimisi haklı yere sesini çıkartıyor, kimisi çuvaldızı kendine batırmayı unutuyor, hatta eleştrinin dozunu kaçırıyor.

Ben reklam eleştirmeyi sevmem açıkçası... Ya da senaryo böyle olsaymış daha iyi olurmuş gibi saçma tavsiyelerde de bulunmam. Karşımdaki müşteriyi tanımadan, önlerine gelen briefi görmeden eleştirmeyi, kampanya hakkında konuşmayı da tasvip etmiyorum. Ama son günlerde kafamı kurcalayan bir cümle var. 'Head&Shoulders'la bütün sorunlarınızı kafanızdan atın"... Özellikle reklam filminde kullanılan, cümledeki vurgu dikkatimi çekti. "Sadece kepekten değil, bütün sorunlarınızdan kurtulun" Şimdi bu şampuan reklamı; yenilmez, içilmez, kafa yapmaz :) Nasıl bütün sorunlarımdan kurtulacağım? Ev kiramı, faturalarımı mı yatıracak ya da her ay maaşa mı bağlayacak beni Head&Shoulders? Düşünmeden edemedim açıkçası ve paylaşma ihtiyacı duydum sizlerle.

Bildiğim kadarıyla (Yanılıyorsam düzeltin) Head&Shoulders P&G şirketine bağlı, yurtdışından Türkiye pazarına giren bir ürün ve P&G'nin reklama bakış açısını biliyorum. Ajansları ya da yaratıcı ekibe söyleyecek hiçbir sözüm yok burada... Sadece P&G'ye sesleniyorum. Biraz daha ajanslara, yaratıcı ekibe güvenseniz, Head&Shoulders'ı kullananların sizin hakkınızdaki sorunlarını kafalarından atacaklarını anlayacaksınız....

Başka sözüm yok...

Saygılar :)